Reşit Artos
12 Eylül 1980…
12 Eylül 1980 faşist askeri darbe ile Kürt halkının ve Kürt Özgürlük Mücadelesinin teslim alınarak bitirilmek istendiği zamanda direnişleri ile tarih yazan o büyük komutanlar; Mehmet Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek. 14 Temmuz 1982 büyük ölüm orucu direnişi ile ihaneti, teslimiyeti faşizmi yerle bir eden o büyük komutanların şehadete ulaştığı günlerden geçiyoruz.
Vahşetin hüküm sürdüğü zindanlarda, devrimci tutsakların direnişleri teslimiyeti ve faşizmi bir kere daha boşa çıkarmıştı. Peki kimdi bu direnişçiler, ne için direndiler ve neler söylediler? Bir tarihi, bir komutanı tanımanın en iyi yolu yaşamı, mücadelesi ve söylemlerini okuyabilmektir. Amed Zindanında tarih yazan o büyük komutanları ve direnişçileri anlamakta yaşamlarını okuyabilmekten geçer. Gelin o büyük komutanları, başlattıkları o tarihi direnişi onların cümlelerinden öğrenelim.
14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direniş tarihinin başlatıcısı büyük komutanlardan M. Hayri Durmuş:
“Ben bu mahkeme salonunda oturan tüm tutsaklardan birinci derecede sorumluyum. Şimdiye kadar bu sorumluluğumun gereklerini yeterince yapamadım. Bu nedenle hem tarih karşısında, hem halkım, hem de oturan arkadaşlarım karşısında hatalı olduğumu belirtmek istiyorum. Yargılanmamız politik amaçlıdır. Bize yöneltilen bütün uygulamalar gibi, hepsi birer devlet politikasıdır. Sizin bunu değiştirmeye gücünüz yetmez. Bize karşı geliştirilen askerileştirme politikası, tamamen kişiliksizleştirme ve ihanet ettirmeyi hedeflemektedir. Biz burada düşüncelerimizi savunabilelim diye bugüne kadar bekledik. Ama artık bu da elimizden alınıyor ve ihanet tek seçenek olarak önümüze konuluyor. Mazlum Doğan bu uygulamaları protesto etmek için yaşamına son verdi. Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Mahmut Zengin ve Eşref Anyık bize doğru bir yaşama hakkı tanınmadığı için kendilerini yaktılar. ‘Ya ihanet edip devletin hizmetine gireceksiniz, ya da baskı ve zulme dayalı bir yaşamı kabul edeceksiniz’ denilerek başka hiçbir seçenek bırakılmadı. Mademki ihanet etmemenin karşılığında yaşam bize karşı bir silah olarak kullanılmak isteniyor, o zaman biz de bu yaşamı reddediyoruz. Eğer yaşam bir değirmen taşı olup boynumuza asılıyorsa; bu yaşamı kabul etmeyeceğimizi burada bir kez daha belirtmek istiyorum. Bugünden itibaren ölüm orucuna başlıyorum…
Ben PKK’nin merkez komite üyesiyim. Siz de beni bu sıfatla yargılıyorsunuz. PKK yeni bir hareket olarak doğdu, gelişti ve egemenlerin korkulu rüyası haline geldi. 12 Eylül darbesinin nedenlerinden birisi de PKK’yi tasfiye etmek için. Bize karşı bu kadar acımasız bir politikanın sürdürülmesinin nedeni de budur. Gördüğünüz şu mahkeme salonunda bulunan tutsakların şahsında bir halk yargılanıyor. Bu yalnız benim sorunum da değildir. Özgürlüğüne susamış Kürt halkının sorunudur… Bizi bitirmek istiyorsunuz. Bunu önce Diyarbakır Cezaevi’nde, daha sonra da dışarıda gerçekleştirmeyi düşünüyorsunuz. Ama şahsımızda Partimizin ve halkımızın tasfiye edilmesine izin vermeyeceğiz. Aç ve susuz kalır, işkencelere katlanırız, gerekirse kendimizi feda ederiz, yine de izin vermeyiz…
Bugüne kadar konuşturmadınız, ölüme giderken de konuşturmuyorsunuz. Fakat ben konuşacağım. Ölüm orucunun amacı; cezaevinde ve mahkemelerde uygulanan işkenceleri, politik kimliğimize ve Kürtlüğe dayatılan ihaneti protesto etmektir. Eğer ben bu ölüm biçimiyle arkadaşlarıma, halkıma ve insanlığa faydalı olabilirsem, bundan son derece mutluluk duyarım. Bütün çabamla kendimi bu davaya adamama rağmen, hala da halkıma karşı görevimi tam olarak yerine getiremediğimi biliyorum. Bu yüzden de halkıma karşı hep borçlu olduğumu herkesin huzurunda belirtmek istiyorum… Kürtlerin Özgürlük Mücadelesine, onun özgür yaşam talebine inanan her dürüst insanın, bu mücadelenin başarıya ulaşması için, sonunda ölüm de olsa her türlü yol ve yönteme başvurması bir insanlık borcudur. Söyleyeceklerim, kısaca bunlardan ibarettir…”
Genç yaşı ve eylemci kişiliği ile direnişçilerin ve Kürt halkının Kızıl Yıldızı Ali Çiçek:
“Ben Türk devletinin gerçek karakterini bu salonda ve cezaevinin koridorlarında iyi tanıdım. Yüzlerce ciltlik kitap okumuş olsaydım, devletin gerçek karakterini bu kadar açık anlamazdım. ‘Pratik her şeyin aynasıdır’ sözü, ne kadar da doğruymuş. Bu arada kendimi de bu salonda, cezaevi hücrelerinde çok daha iyi tanıdım. Kürt olduğumu söylüyordum, bunun için mücadele de ediyordum ama eğer cezaevine düşmemiş olsaydım, herhalde kendimi ve halkımı bu kadar iyi tanımayacaktım. Hep düşündüm. İşkence görürken, kalaslar altındayken bile hep düşündüm. Günlerce aç, susuz bırakılırken de. Neden? Neden bu kadar işkence? Neden bu kadar zulüm? ‘Nasıl bir işkence?’ diye sorarsanız, cevabım, işkenceyle öldürülen onlarca arkadaşımın ismini bir çırpıda saymak olacaktır. Ona da gerek yok. Bundan bir yıl önce, bu salonda oturan ama bugün olmayan onlarca tutuklu nerede? diye sorsam, vereceğiniz doğru bir cevap olmayacak. Hep ‘esas konuya gel’ dediniz. Bizim için esas konu bunlardır. Biz hiçbir duruşmada, bireysel savunma yapmadık. Buna ihtiyaç da duymadık. Biz bir davanın insanlarıyız. Özgürlüğe yürüyen tutsaklarız. Eskiden devleti soyut bir olgu olarak düşünüyordum ama burada, kalaslarla kafalarımızı parçalayan askerleri gördüm. Bizi sabahlara kadar işkencelerden geçiren polisleri gördüm. Boğazımıza ip geçirip, bizi demir parmaklıklara asan yüksek rütbeli subayları gördüm. Ve sizi…Sonunda Kürt olduğum için vurulduğumu anladım. Özgürleşmeyi seçen Kürt olduğum için işkence gördüğümü, onurlu bir Kürt olarak yaşamayı tercih ettiğim için idamla yargılandığımı ve onlarca arkadaşımın kafalarının neden parçalandığını kavradım. Kürt olduğumuz için bize teslimiyet ve ihanetten başka seçenek tanınmıyorsunuz. Ama biz, bu seçeneği kabul etmiyoruz. PKK bana her koşul altında teslimiyeti ve ihaneti reddetme bilincini verdi. Bu bilinçle ben de ölüm orucuna gireceğimi belirtmek istiyorum…”
Karadeniz’in asi çocuğu, büyük komutan Kemal Pir:
“Ben Kemal Pir. Ben de birkaç cümleyle bazı şeyleri açıklamak istiyorum. Uzun konuşmayacağım. Buna gerek de yok. Çünkü söz bitmiştir. Söylenmesi gerekenleri Hayri ile Ali söylemiştir. Onlara olduğu gibi katılıyorum. Özellikle Hayri geniş ve derinlemesine anlattığı için, fazla uzatmadan şunu vurgulamak istiyorum; 1981’de çok direndik ve büyük bir mücadele ruhuyla sürece yüklendik. Çeşitli nedenlerden dolayı fiili direnişe ara verdik. Ancak, mahkemelerde ideolojik, cezaevinde ise düşünsel ve ruhsal alanda büyük bir direniş örneği verdik. Bu ara süreçten büyük dersler çıkarttık ve işte bu seferki ölüm orucu direnişi bu derslerle örülü geleneğin bir sonucu olarak ortaya çıktı ve gidişatı da bu doğrultuda olacaktır… Mahkeme heyetinin çok öfkeli olduğu belli. Ama yerinde olmayan bir öfke olduğunu da belirtmeliyim. Tam iki yıldır sizi dinliyoruz. Burada, bu salonda bize hakaret ettiniz, küfür ettiniz, askerleriniz gözleriniz önünde bize işkence yaptı… Bizi konuşturmadınız, bir veya birkaç kez söz hakkı verdiniz, o da onlarca kez araya girip sözümüzü kestiniz. ‘Hep kendinizi savunun, bireysel olarak kendinizi ifade edin’ diyorsunuz. Oysa ben tek başıma bir şey ifade etmiyorum. Beni burada yargılarken; PKK Merkez Komite üyesi olmamdan dolayı yargılıyorsunuz. Yani beni PKK’nin dışında tutarak yargılayamazsınız. Dolayısıyla ben de PKK ile bağlantılı olarak konuşmak durumundayım. Zira beni PKK’siz, PKK’yi de bensiz yargılayamazsınız. Bu iki olgu etle tırnak gibi yapışıktır. Eğer beni PKK’siz yargılayacaksanız, o zaman beraat ettirmeniz gerekecek. Çünkü beni PKK’li olmamdan, onun kimliğini taşımamdan dolayı yargılıyorsunuz. Bunlar ne kadar doğru ve yerindeyse, PKK ile bağlantılı olarak konuşmam da o kadar doğru ve yerindedir. Bu salonda adaletin, hukuk ve vicdanın olmadığını biliyorum. Bu nedenle sizden adalet talep etmek için konuşmuyorum, tarihe insanlığa bir not düşmek için konuşuyorum. Bitirmeden şunları belirtiyorum: Hayri’nin başlatmış olduğu ölüm orucu eylemine katılıyor, isteklerimiz yerine gelene kadar eylemi sürdüreceğimi belirtmek istiyorum. Bugün burada, gelecekte bu salonda sizin değil tarihin tutanakları okunacak, bunu böyle bilin. Tarihe şunların da geçmesini istiyorum; Mensubu olduğum bu harekete sarsılmaz inancımı burada bir kez daha belirtmek istiyorum. Dünya görüşüne, ideolojik, siyasi ve felsefi düşüncelerine sonuna kadar katıldığım ve bağlı olduğum PKK Hareketi’nin sadece Kürtleri değil, Türkleri ve Ortadoğu halklarını da birleştireceğine olan inancımı yinelemek istiyorum. Eğer demokratik, eşit ve müreffeh bir Ortadoğu Cumhuriyeti kurulacaksa, onu da mutlaka bu hareket kuracaktır…”
O gün mahkemede olmayan Akif Yılmaz ile Fuat Kav iki gün sonra, Mustafa Karasu ise dört gün sonra kaldıkları hücrede eyleme katılmış, daha sonraki günlerde PKK Hareketi’nden katılımlar devam etmişti.